Diş eti tedavisi; diş eti kanaması, diş eti çekilmesi, hassasiyet ve ağız kokusu gibi belirtilerle kendini gösteren gingivitis ve periodontitis gibi hastalıkların ortadan kaldırılması için uygulanan profesyonel prosedürler bütünüdür. Bu tedavi süreci, enfeksiyonun ana kaynağı olan bakteri plağı ve diş taşını temizleyerek iltihabı sonlandırır. Lazerle diş eti tedavisi gibi yenilikçi metotlar sayesinde, kemik kaybı gibi ileri düzeydeki hasarların onarılması ve dişi destekleyen dokuların yeniden sağlığına kavuşturulması amaçlanır. Nihai hedef, fonksiyonel ve estetik olarak sağlıklı bir ağız yapısını kalıcı kılmaktır.
Diş eti hastalığının sebepleri nelerdir?
Diş eti hastalığının arkasındaki temel suçlu, son derece organize bir bakteri topluluğu olan dental plaktır. Plak, dişlerinizin yüzeyine, özellikle de diş ile diş etinin birleştiği o hassas sınıra yapışan, gözle görülmesi zor, renksiz ve yapışkan bir film tabakasıdır. Bunu, bir süre yıkanmayan bir bardağın iç yüzeyinde oluşan kaygan tabakaya benzetebilirsiniz. Bu bakteri topluluğu, siz şekerli veya karbonhidratlı bir gıda tükettiğinizde adeta bir ziyafet çeker. Bu besinleri metabolize ederek kendi yaşam döngüleri için kullanır ve bu sürecin bir yan ürünü olarak diş etlerinize zarar veren asitler ve toksinler salgılarlar. İşte vücudunuzun bu kimyasal saldırıya verdiği ilk tepki, iltihaplanmadır. Diş etleriniz bu yabancı istilacılarla savaşmaya çalışırken kızarır, şişer ve hassaslaşır.
Eğer bu bakteri plağı, her gün düzenli ve doğru bir teknikle yapılan fırçalama ve diş ipi kullanımı gibi mekanik yöntemlerle temizlenmezse, ikinci aşamaya geçilir. Tükürüğünüzde doğal olarak bulunan kalsiyum ve fosfat gibi mineraller, bu yumuşak plak tabakasının içine çökerek onu sertleştirir. Plağın bu taşlaşmış, katı haline tartar veya daha bilinen adıyla diş taşı diyoruz. Diş taşının kendisi doğrudan iltihaba neden olmaz; asıl büyük sorunu, inanılmaz derecede pürüzlü ve gözenekli bir yüzeye sahip olmasıdır. Bu yüzey, yeni ve daha agresif bakteri plaklarının tutunup çoğalması için adeta mükemmel bir sığınak görevi görür. Diş taşı, bir kez oluştuktan sonra diş yüzeyine beton gibi yapışır ve artık fırça veya diş ipiyle çıkarılması imkansız hale gelir. Bu noktada bu sertleşmiş birikintilerin temizlenmesi ve iltihabın ana kaynağının ortadan kaldırılması için mutlaka profesyonel bir müdahale gerekir.
En basit diş eti hastalığı olan gingivitis nedir?
Gingivitis, kelime anlamıyla diş eti iltihabı demektir ve periodontal hastalığın ilk, en hafif ve en önemli aşamasıdır. Bu evrede, bakteriyel plağın neden olduğu iltihabi reaksiyon, yalnızca diş etleriyle sınırlıdır. En kritik ve umut verici nokta şudur: bu aşamada iltihap henüz dişleri çene kemiğine bağlayan liflere (periodontal ligament) ve dişi çevreleyen kemik dokusuna (alveol kemiği) inmemiştir. Bu gingivitis aşamasındayken henüz dişin destek sisteminde kalıcı bir hasarın meydana gelmediği anlamına gelir.
Gingivitis genellikle sessizce ilerlese de dikkatli bir gözün fark edebileceği çok net belirtiler verir. Bu belirtileri göz ardı etmemek, ileride yaşanacak çok daha büyük sorunların önüne geçmek için atılacak en önemli adımdır. Gingivitisin en yaygın belirtileri şunlardır:
- Kızarıklık
- Şişlik
- Diş fırçalarken veya diş ipi kullanırken kanama
- Hassasiyet
- Ağız kokusu
Gingivitisin en temel ve harika özelliği, tamamen geri döndürülebilir olmasıdır. Henüz destek dokularda bir yıkım başlamadığı için, doğru müdahale ile iltihaplanma tamamen ortadan kaldırılabilir. Profesyonel bir diş temizliği ile tüm plak ve diş taşlarının temizlenmesi ve ardından hastanın bu temizliği sürdürecek etkili bir günlük ağız bakım rutini oluşturmasıyla, diş etleri hiçbir kalıcı iz kalmadan eski sağlıklı, sıkı ve soluk pembe haline geri döner. Bu nedenle gingivitis, vücudun size gönderdiği bir uyarı sinyali olarak görülmelidir.
İlerlemiş diş eti hastalığı periodontitis nedir?
Eğer gingivitis uyarı sinyali dikkate alınmaz ve tedavi edilmezse iltihap süreci devam eder ve hastalık bir sonraki, çok daha yıkıcı bir aşamaya geçer: periodontitis. Bu geçiş, geri döndürülebilir bir iltihaptan, dişleri destekleyen dokuların (kemik ve lifler) geri döndürülemez şekilde yıkıldığı bir hastalığa evrilme noktasıdır. Bu kritik değişim, bakteri plağının diş eti çizgisinin altına, yani diş ile diş eti arasındaki normalde sığ olan oluğun (sulkus) derinliklerine doğru ilerlemesiyle başlar.
Periodontitisin temel mekanizması, bakteriler ile vücudun kendi bağışıklık sistemi arasındaki orantısız bir savaşa dayanır. Diş eti altına yerleşen agresif bakterilerin salgıladığı toksinler, vücudun bağışıklık sistemini sürekli bir alarm durumuna sokar. Bu alarm durumunda, vücudun kendi savunma hücreleri, enfeksiyonla savaşmak amacıyla kollajenaz gibi güçlü enzimler salgılar. Ancak bu enzimler, “dostu düşmandan” ayıramaz ve bakterilerle savaşırken aynı zamanda dişleri kemiğe bağlayan kollajen liflerini ve dişi yuvasında tutan kemik dokusunu da eritmeye başlar. Yani aslında yıkımın büyük bir kısmını, iyi niyetli ama kontrolünü kaybetmiş olan vücudun kendi savunma mekanizması gerçekleştirir.
Bu doku yıkımının en somut sonucu, periodontal ceplerin oluşmasıdır. Destek dokular eridikçe, diş eti diş kökünden ayrılır ve normalde 1-3 mm olan sağlıklı diş eti oluğu, patolojik bir boşluk haline gelerek derinleşir. Bu derinleşmiş cepler, oksijensiz ortamı seven daha tehlikeli bakteri türlerinin üremesi için mükemmel, korunaklı bir yuva haline gelir. Ve ne yazık ki diş fırçası veya diş ipinin bu derin ceplerin dibine ulaşıp temizlik yapması imkansızdır. Bu durum kendi kendini besleyen bir kısır döngü yaratır: cep bakteri üretir, bakteriler daha fazla kemik erimesine neden olur, bu da cebi daha da derinleştirir ve daha fazla bakteri barındırır. Gingivitis ile periodontitis arasındaki temel farklar şunlardır:
- Gingivitis sadece diş etini etkiler, periodontitis ise kemiği de etkiler.
- Gingivitis geri döndürülebilir, periodontitisin neden olduğu kemik kaybı kalıcıdır.
- Gingivitis’te cep oluşumu yoktur, periodontitisin ana belirtisi cep oluşumudur.
- Gingivitis’te dişler sallanmaz, ileri periodontitis’te dişlerde sallanma ve yer değiştirme görülür.
Diş eti hastalığı vücudun diğer kısımlarını etkiler mi?
Evet, kesinlikle etkiler. Artık biliyoruz ki periodontitis, sadece ağız içinde sınırlı kalan bir sorun değildir. Vücudumuzdaki tüm sistemler birbiriyle bağlantılıdır ve ağız sağlığı da bu bütünün ayrılmaz bir parçasıdır. Periodontal cebin iç yüzeyi, iltihap nedeniyle adeta açık bir yara gibidir. Bu ülserleşmiş yüzey, milyonlarca bakteri ve onların toksik ürünlerinin kolayca kan dolaşımına sızması için bir giriş kapısı görevi görür.
Bakterilerin ve iltihap moleküllerinin kan yoluyla tüm vücuda yayılması, vücudun başka yerlerinde de iltihabi reaksiyonları tetikleyebilir veya mevcut kronik hastalıkların seyrini kötüleştirebilir. Bilimsel çalışmalar periodontitis ile birçok ciddi sistemik sağlık sorunu arasında güçlü bağlantılar olduğunu ortaya koymuştur. Bu diş eti tedavisinin önemini sadece dişleri kurtarmakla kalmayıp, genel sağlığı korumanın bir parçası haline getirir. Bilimsel olarak belgelenmiş bu ilişkilerden bazıları şunlardır:
- Kalp ve damar hastalıkları
- İnme
- Kontrolü zorlaşan diyabet (Şeker hastalığı)
- Solunum yolu hastalıkları (Zatürre gibi)
- Romatoid artrit
- Olumsuz gebelik sonuçları (Erken doğum veya düşük doğum ağırlığı gibi)
- Bazı kanser türleri
Doğru bir diş eti hastalığı teşhisi nasıl konulur?
Başarılı bir tedavinin ilk adımı, şüphesiz doğru ve eksiksiz bir teşhistir. Bu sadece ağzınıza bir ayna ile bakmaktan çok daha fazlasını içeren, sistematik bir veri toplama sürecidir. Amaç mevcut durumu net bir şekilde ortaya koymak; yani diş etlerinizin sağlıklı mı, geri döndürülebilir gingivitis aşamasında mı, yoksa geri döndürülemez periodontitisin hangi evresinde mi olduğunu kesin olarak belirlemektir. Çünkü uygulanacak tüm tedavi protokolü bu ilk teşhise göre şekillenecektir.
Teşhis süreci, sizinle yapacağımız detaylı bir görüşme ile başlar. Genel sağlık durumunuz, kullandığınız ilaçlar (tansiyon, kan sulandırıcı, diyabet ilaçları gibi), sigara gibi alışkanlıklarınız ve daha önce geçirdiğiniz tedaviler hakkında bilgi alırız. Çünkü diyabet gibi bazı sistemik hastalıklar veya sigara kullanımı, diş eti hastalığı için önemli risk faktörleridir ve tedavi planını doğrudan etkiler. Bu görüşmenin ardından, ağız içi muayeneye geçilir. Diş etlerinizin rengi, şişlik olup olmadığı, yüzeyinin parlak mı yoksa pütürlü mü olduğu gibi görsel bulgular not edilir. Ayrıca mevcut plak ve diş taşı birikiminin yoğunluğu ve yerleşimi değerlendirilir. Bu ilk adımlar, problemin ne olabileceğine dair önemli ipuçları verir.
Periodontal sondalama ile diş eti hastalığı nasıl anlaşılır?
Görsel muayenenin ardından, diş eti hastalığı teşhisinin en temel ve en önemli aracı olan periodontal sondalamaya geçilir. Bu işlem diş eti sağlığınız hakkında bize objektif ve sayısal veriler sunar. Elimizde, üzerinde milimetrik çizgiler bulunan çok ince ve ucu küt, periodontal sonda adını verdiğimiz özel bir alet bulunur. Bu aleti, dişiniz ile diş etiniz arasındaki doğal boşluğa, yani ‘sulkus’a nazikçe yerleştiririz. Sağlıklı bir bireyde bu boşluk, kazağınızın kolunun bileğinizi sıkıca sarması gibi, dişi sıkıca sarar.
Sondanın ucu, bu boşluğun dibindeki ataşman dokusuna hafifçe değene kadar ilerletilir ve üzerindeki çizgilerden ne kadar derine indiğini okuruz. Bu işlemi, her bir dişinizin çevresindeki altı farklı noktada (üçü dış, üçü iç yüzde) tekrarlarız. Bu ölçümler bize cebin derinliğini milimetre cinsinden verir. Sağlıklı bir diş etinde bu derinlik genellikle 1 ile 3 mm arasındadır. Ölçüm sırasında kanama olması, o bölgede aktif bir iltihabın (gingivitis) en net işaretidir. Eğer ölçtüğümüz derinlikler 4 mm ve üzerine çıkıyorsa, bu durum artık diş etinin dipten itibaren dişten ayrılmaya başladığını ve periodontitise geçişin bir işareti olabileceğini düşündürür. 5-6 mm gibi derinlikler, hastalığın ilerlediğini ve sizin fırça veya diş ipiyle bu ceplerin dibini temizlemenizin imkansız olduğunu gösterir. 7 mm ve üzeri derinlikler ise ileri periodontitise işaret eder ve genellikle kemik kaybının da ciddi boyutlarda olduğunun bir göstergesidir. Bu basit ama son derece etkili ölçüm, hastalığın haritasını çıkarmamızı ve tedaviyi doğru bölgelere odaklamamızı sağlar.
Diş eti hastalığı teşhisinde röntgen neden önemlidir?
Periodontal sondalama bize yumuşak doku ve cep derinlikleri hakkında kritik bilgiler verirken, resmin bütününü görmek için yeterli değildir. Çünkü buzdağının görünmeyen kısmı, yani diş etinin altındaki kemik dokusunda ne olup bittiğini ancak dental röntgenler ile görebiliriz. Röntgen filmleri, periodontal teşhisin ayrılmaz ve zorunlu bir parçasıdır.
Röntgenler, periodontitisin neden olduğu kemik kaybının miktarını, şeklini ve yaygınlığını net bir şekilde ortaya koyar. Sondalama ile derin bir cep ölçtüğümüz bir bölgede röntgen filmi, bu derinliğin sebebinin gerçekten kemik erimesi olup olmadığını doğrular. Ayrıca bize kemik kaybının tipini de gösterir. Örneğin kemik tüm dişlerin çevresinde yatay bir çizgi şeklinde mi erimiş (yatay kemik kaybı), yoksa sadece belirli bir dişin yanında dikey bir krater şeklinde bir erime mi var (dikey kemik kaybı)? Bu ayrım, tedavi planlaması için hayati önem taşır. Dikey kemik kayıpları genellikle kemik tozu (greft) gibi yenileyici (rejeneratif) tedaviler için daha uygun adaylardır. Yatay kemik kayıpları ise genellikle kemiği yeniden şekillendirmeyi amaçlayan cerrahi prosedürlerle yönetilir. Kapsamlı bir değerlendirme için genellikle tüm ağzı gösteren periapikal ve ısırma filmlerinden oluşan bir tam ağız seri veya panoramik bir röntgen gereklidir.
Ameliyatsız diş eti tedavisinin temeli nedir?
Periodontitis tedavisinin ilk aşaması, neredeyse her zaman ameliyatsız yöntemlerdir. Bu fazın temel hedefi, hastalığa neden olan bakteri plağını ve diş taşını ortadan kaldırarak iltihabı kontrol altına almak ve hastalığın ilerlemesini durdurmaktır. Bu temel tedavinin “altın standardı” ise Diş Taşı Temizliği ve Kök Yüzeyi Düzleştirme (SRP) işlemidir. Bu işlem halk arasında küretaj olarak da bilinir ve kesinlikle rutin bir diş temizliğinden çok daha kapsamlı ve derinlemesine bir prosedürdür.
SRP, birbiriyle ilişkili iki adımdan oluşur. İlk adım Scaling (Diş Taşı Temizliği)’dir. Bu aşamada, özel ultrasonik aletler ve hassas el aletleri (küretler) kullanılarak dişlerin hem görünen kuron kısımlarındaki hem de daha önemlisi, diş eti altındaki cep içlerinde bulunan kök yüzeylerindeki tüm plak ve sertleşmiş diş taşı birikintileri titizlikle kazınır. İkinci ve daha kritik adım ise Root Planing (Kök Yüzeyi Düzleştirme)’dir. Diş taşları temizlendikten sonra, kök yüzeyine sinmiş olan bakteri toksinlerini ve pürüzlü sementum tabakasını ortadan kaldırmak için kök yüzeyi bu el aletleri ile adeta cilalanır. Amaç kök yüzeyini cam gibi pürüzsüz, sert ve temiz bir hale getirmektir. Çünkü bakteriler pürüzsüz yüzeylere tutunmakta zorlanırlar. Pürüzsüz ve toksinlerden arındırılmış bu kök yüzeyi, iyileşen diş etinin tekrar dişe sıkıca yapışması için biyolojik olarak uyumlu bir ortam sağlar. Bu işlem diş eti altında çalışıldığı için hasta konforu açısından mutlaka lokal anestezi altında yapılır ve genellikle ağzın birkaç seansa bölünmesiyle tamamlanır.
Ameliyatsız diş eti tedavisinde antibiyotik desteği gerekir mi?
Çoğu durumda titizlikle yapılmış bir SRP tedavisi tek başına yeterli olabilir. Ancak bazı inatçı, agresif veya çok ilerlemiş periodontitis vakalarında, enfeksiyonu kontrol altına almak için tek başına mekanik temizlik yeterli olmayabilir. İşte bu gibi durumlarda, SRP’nin etkinliğini artırmak için yardımcı antimikrobiyal tedavilerden destek alınabilir.
Bu destek tedavileri iki ana gruba ayrılır. Birincisi Lokal Antimikrobiyal Tedavidir. Bu yaklaşımda antibiyotik veya antiseptik ajan, tüm vücudu etkilemeden doğrudan enfeksiyonun olduğu periodontal cebin içine uygulanır. Böylece ilacın maksimum konsantrasyonda, ihtiyaç duyulan yerde etki etmesi sağlanır. Kullanılan bazı lokal ajanlar şunlardır:
- Klorheksidin içeren yavaş salınımlı çipler
- Minosiklin içeren antibiyotik mikroküreler (Arestin®)
- Doksisiklin içeren antibiyotik jeller
İkinci yaklaşım ise Sistemik Antibiyotik kullanımıdır. Bu ağız yoluyla hap şeklinde antibiyotik alınmasıdır ve genellikle çok şiddetli, yaygın enfeksiyonlarda veya agresif periodontitis formlarında SRP tedavisiyle birlikte düşünülür. Ancak tüm vücudu etkilemesi ve artan antibiyotik direnci riski nedeniyle çok dikkatli ve sadece seçilmiş vakalarda tercih edilen bir yöntemdir. Son yıllarda popülerlik kazanan bir diğer yaklaşım ise Konak Modülasyon Terapisidir. Bu yöntemde bakteri öldürmeyecek kadar düşük dozda bir antibiyotik (düşük doz doksisiklin gibi) kullanılır. Buradaki amaç bakteriyle savaşmak değil kemik ve doku yıkımına neden olan vücudun kendi aşırı iltihabi reaksiyonunu ve enzim aktivitesini baskılamaktır. Bu antibiyotik direnci riski oluşturmadan tedaviye önemli bir katkı sağlar.
Diş eti ameliyatı ne zaman ve neden gerekli olur?
Ameliyatsız başlangıç tedavisi (SRP) tamamlandıktan bir süre sonra (genellikle 4-6 hafta), diş etlerinizin iyileşme yanıtını yeniden değerlendiririz. Birçok durumda cep derinliklerinde belirgin bir azalma, kanamanın durması ve genel bir iyileşme gözlemleriz. Ancak bazen, özellikle de hastalığın başlangıçta çok ileri olduğu durumlarda, bazı bölgelerde hala derin cepler (genellikle 5 mm ve üzeri) kalabilir.
Bu derin cepler, iki büyük sorun teşkil eder. Birincisi, bu derinliğe sizin fırça veya diş ipiyle ulaşarak etkili bir temizlik yapmanız imkansızdır. İkincisi, bu ceplerin dibindeki kök yüzeylerine bizim de aletlerle körlemesine (görmeden) ulaşarak tam bir temizlik yapmamız her zaman mümkün olmayabilir. İşte bu noktada yani ameliyatsız tedavinin tek başına yeterli gelmediği ve inatçı derin ceplerin kaldığı durumlarda periodontal cerrahi (diş eti ameliyatı) gerekli hale gelir. Ameliyatın temel amacı, diş eti dokusunu geçici olarak kaldırarak kök yüzeylerine ve altındaki kemik dokusuna doğrudan görüş sağlamaktır. Bu sayede geride kalmış olabilecek tüm tartarları ve hastalıklı dokuları görerek temizleyebilir ve kemikteki hasarı onarabiliriz.
Flep ameliyatı ile diş eti cepleri nasıl tedavi edilir?
Flep ameliyatı aynı zamanda cep küçültme ameliyatı olarak da bilinir ve ileri periodontitis tedavisinde en sık başvurulan cerrahi yöntemdir. Amacı, derin cepleri ortadan kaldırarak hem sizin hem de bizim kolayca temizleyebileceğimiz, sığ ve sağlıklı bir diş eti yapısı oluşturmaktır. Bu işlem genellikle şu adımları içerir:
- Anestezi ve Flep Kaldırma: Bölge lokal anestezi ile tamamen uyuşturulur. Ardından diş etinde hassas kesiler yapılarak, diş eti dokusu bir zarf kapağı gibi (flep) nazikçe kaldırılır. Bu altındaki diş köklerini ve kemik yüzeyini tamamen görünür hale getirir.
- Derin Temizlik: Doğrudan görüş altında, kök yüzeylerinde kalmış olabilecek en ufak diş taşı ve plak artıkları bile titizlikle temizlenir. Ayrıca cep içindeki iltihaplı, hastalıklı yumuşak dokular da tamamen uzaklaştırılır.
- Kemik Şekillendirme: Periodontitis, genellikle kemik yüzeyinde pürüzlü, düzensiz kraterler ve çıkıntılar oluşturur. Bu düzensiz yapı bakterilerin yeniden birikmesi için ideal bir ortamdır. Cerrah, bu aşamada özel aletlerle kemiği yeniden şekillendirerek pürüzsüz ve fizyolojik bir kontur oluşturur.
- Flep Kapatma ve Dikiş: Tüm temizlik ve şekillendirme işlemleri bittikten sonra, kaldırılan diş eti flebi, yeni şekillendirilmiş kemiğe ve kök yüzeyine sıkıca adapte olacak şekilde yerine yerleştirilir ve çok ince dikişlerle sabitlenir. Bu işlem cebin derinliğini etkili bir şekilde azaltır.
Diş eti çekilmesi için hangi tedavi yöntemleri vardır?
Diş eti çekilmesi, hem estetik olarak dişlerin olduğundan uzun görünmesine neden olan hem de kök yüzeylerinin açığa çıkmasıyla hassasiyet ve çürük riskini artıran yaygın bir sorundur. Bu durumu tedavi etmek ve kaybedilen diş eti dokusunu yeniden oluşturmak için yumuşak doku greftlemesi, yani diş eti nakli prosedürleri uygulanır. Bu prosedürlerde amaç çekilmenin olduğu bölgeye başka bir yerden alınan bir parça diş eti dokusunu nakletmektir. Kullanılan dokunun kaynağına göre farklı teknikler mevcuttur.
- Bağ Dokusu Grefti: En sık kullanılan ve en başarılı sonuçları veren yöntemdir. Genellikle hastanın kendi damağının iç kısmından, yüzeydeki epitel dokusunun altından ince bir parça bağ dokusu alınır ve çekilmenin olduğu bölgeye dikilir.
- Serbest Diş Eti Grefti: Bu teknikte yine damaktan doku alınır ancak bu kez hem yüzey epiteli hem de altındaki bağ dokusu birlikte alınır. Genellikle kök yüzeyini örtmekten çok, dişin etrafındaki koruyucu, keratinize diş eti miktarını artırmak için tercih edilir.
- Allogreft (Donör Dokusu): Hastanın damağından doku alınmasını gerektirmeyen bir alternatiftir. Tıbbi olarak işlenmiş, sterilize edilmiş ve bir doku bankasından temin edilen insan kaynaklı donör dokusu kullanılır. Bu doku, vücudun kendi hücreleri için bir iskele görevi görerek yeni diş eti oluşumunu teşvik eder.
Periodontitis ile kaybolan kemiği geri getirmek mümkün müdür?
Evet, modern periodontal tedavinin en heyecan verici alanlarından biri budur. Geleneksel cerrahi, hastalığı durdurmak için genellikle dokuları şekillendirip bir miktar feda etmeyi hedeflerken, rejeneratif (yenileyici) prosedürler bambaşka bir felsefeye dayanır: kesip atmak yerine, kaybedileni yeniden inşa etmek. Bu prosedürlerin amacı, periodontitis nedeniyle erimiş olan diş destek dokularını, yani yeni kemik, yeni periodontal ligament (lifler) ve yeni sementumu yeniden oluşturmaktır. Bu adeta zamanı geriye sarmak gibi, dişin orijinal destek mekanizmasını tamir etmeye yönelik biyolojik bir yaklaşımdır. Ancak bu gelişmiş teknikler, her vaka için uygun değildir ve en başarılı sonuçları, kemik kaybının belirli bir morfolojiye sahip olduğu (örneğin dikey, krater şeklindeki defektler) durumlarda verir.
Kemik greftlemesi ile diş eti tedavisi nasıl yapılır?
Kemik greftlemesi, halk arasında kemik tozu uygulaması olarak da bilinir ve rejeneratif tedavilerin temel taşıdır. Bu prosedürde, kemiğin eridiği bölgeye, yeni kemik oluşumunu teşvik etmek amacıyla özel greft materyalleri yerleştirilir. Bu materyaller, vücudun kendi kemik hücrelerinin göç edip çoğalabileceği bir iskele veya çatı görevi görür (osteokondüksiyon). Bazı greftler ise aynı zamanda kemik oluşumunu aktif olarak tetikleyen biyolojik sinyaller de içerir (osteoindüksiyon). Bu işlem genellikle bir flep ameliyatı sırasında, kemik defekti doğrudan görünür hale getirildikten sonra yapılır. Kemik greftleri farklı kaynaklardan elde edilebilir.
- Otogreft: Hastanın kendi vücudunun başka bir bölgesinden (çene ucu gibi) alınan kemik.
- Allogreft: Bir doku bankasından temin edilen, işlenmiş insan kaynaklı donör kemiği.
- Ksenogreft: Genellikle sığır kaynaklı, işlenmiş ve mineral yapısı korunmuş hayvan kemiği.
- Alloplast: Sentetik olarak üretilmiş, biyouyumlu kalsiyum fosfat bazlı materyaller.
Yönlendirilmiş doku rejenerasyonu ile diş eti tedavisi nasıl çalışır?
Yönlendirilmiş Doku Rejenerasyonu (GTR), kemik greftlemesini bir adım öteye taşıyan, son derece akıllıca bir biyolojik prensibe dayanan bir tekniktir. Vücudumuzda farklı doku tipleri farklı hızlarda iyileşir. Bir yara bölgesinde en hızlı çoğalan hücreler, diş eti ve epitel hücreleridir. Eğer kemik defektini kendi haline bırakırsak, bu hızlı hareket eden yumuşak doku hücreleri, yavaş büyüyen kemik hücrelerinden önce alanı doldurur ve gerçek kemik rejenerasyonu yerine sadece bir onarım dokusu oluşur.
GTR bu sürece müdahale eder. Kemik grefti defektin içine yerleştirildikten sonra, greftin üzerine biyouyumlu bir bariyer membran yerleştirilir. Bu membran, adeta bir çadır gibi, hızlı büyüyen diş eti hücrelerinin kemik defektinin içine girmesini fiziksel olarak engeller. Bu korunaklı alan sayesinde, daha yavaş ama bizim için değerli olan kemik ve periodontal ligament kök hücrelerine, bölgeye göç etmek ve yeni kemik, sement ve lifleri oluşturmak için gerekli olan zaman ve fırsat tanınmış olur. Membran, zamanla ya kendiliğinden erir ya da ikinci bir küçük işlemle çıkarılır.
Lazer ile ağrısız diş eti tedavisi gerçekten mümkün müdür?
Evet, günümüz teknolojisi sayesinde bu büyük ölçüde mümkündür. Lazer teknolojisi, periodontolojiye neşter ve dikiş kullanımını azaltan, daha konforlu ve minimal invaziv (dokuya en az zarar veren) bir tedavi seçeneği sunmuştur. “Lazerle tedavi” genel bir ifadedir; asıl önemli olan hangi tip lazerin, hangi dalga boyunda ve hangi patentli protokolle kullanıldığıdır. Bu alandaki en bilinen, bilimsel olarak kanıtlanmış ve FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) onayı almış protokollerden biri, LANAP® (Lazer Destekli Yeni Ataşman Prosedürü) protokolüdür.
LANAP, geleneksel cerrahinin korkutucu yönlerini ortadan kaldırmayı hedefler. Neşter kullanılmadığı için kesi yoktur, dolayısıyla dikiş de yoktur. Bu işlem sonrası ağrı, şişlik ve kanamanın minimum düzeyde olması anlamına gelir. Hastalar genellikle ertesi gün normal yaşantılarına dönebilirler. Bu özellikle cerrahiden çekinen hastalar için devrim niteliğinde bir konfor ve kolaylık sunar.
LANAP protokolü ile diş eti tedavisinin avantajları nelerdir?
LANAP protokolü, sadece ağrısız olmasıyla değil aynı zamanda biyolojik olarak sunduğu üstünlüklerle de öne çıkar. Bu protokolde, belirli bir dalga boyuna (1064 nm Nd:YAG) sahip özel bir lazer kullanılır. Bu lazer ışığı, pigment (renk) tarafından emilme özelliğine sahiptir. Periodontal cep içindeki hastalıklı, iltihaplı dokular ve tehlikeli bakteriler, sağlıklı dokulara göre daha koyu renklidir. Lazer ışığı, bu renk farkını kullanarak adeta bir “akıllı bomba” gibi davranır: sadece hastalıklı, koyu renkli dokuyu ve bakterileri buharlaştırarak yok ederken, sağlıklı, açık renkli kök yüzeyine, kemiğe ve bağ dokusuna dokunmaz. Bu seçicilik, geleneksel cerrahide mümkün olmayan bir hassasiyetle çalışmamızı sağlar.
LANAP protokolünün en büyük vaadi ve onu diğer yöntemlerden ayıran en önemli özelliği, gerçek periodontal rejenerasyonu sağlama potansiyelidir. LANAP, ABD Gıda ve İlaç Dairesi’nden (FDA) “yeni kemik, yeni sement ve yeni periodontal ligament oluşumu” yani gerçek rejenerasyon iddiası için onay alan tek lazer protokolüdür. Lazerle yapılan dekontaminasyon ve oluşturulan stabil fibrin pıhtısı, vücudun kendi kök hücrelerinin bölgeye gelip kaybedilen dokuları yeniden inşa etmesi için ideal bir biyolojik ortam yaratır. Bu daha invaziv olan kemik greftleme veya membran uygulamalarına gerek kalmadan, vücudun kendi iyileşme potansiyelini kullanarak kemik kaybını geri döndürme şansı sunar. LANAP protokolünün sağladığı başlıca avantajlar şunlardır:
- Minimal invaziv (Kesi ve dikiş yok)
- Daha az ağrı ve rahatsızlık
- Daha az kanama ve şişlik
- Hızlı iyileşme süreci
- Sağlıklı dokunun korunması
- Diş eti çekilmesi riskinin azalması
- FDA onaylı rejenerasyon potansiyeli.

Çocuk Diş Hekimi
Samsun Bafra Anadolu Lisesi ve Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun olan Doç. Dr. Sezin (Sezgin) Özer, Pedodonti Doktora eğitimini tamamladığı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Çocuk Diş hekimliği (Pedodonti) Anabilim Dalı’nda, 2001-2018 yılları arasında araştırma görevlisi, uzman ve Öğretim Üyesi olarak çalışmıştır. 2018 Nisan ayında üniversiteden ayrılarak kendi Çocuk Diş Kliniği’nde çalışmaya başlamıştır.

